Sunday, February 12, 2012

İRAN`IN İÇ YÜZÜ-RÛŞENİ BEY

Muharriri: Rûşeni

Vatan Gazetesi, İstanblul, 15 Ağustos 1924


Son zamanlarda dünyanın her yeri gibi İran dâhi kaynamaktadır. Arasıra Times gazetesi İngiliz manevralarını örtmek için İran`a dair yaldızlı vǝ musanna haberler neşr ediyor. Metbuatımız da bilmeyerek bu sahte havâdisi aynen milletimize ciro ediyorlar. Yine arasıra muazzam haberler tarzında memleketimizde bir takım efsaneler yayılıyor. Milletimiz de kendisine has bir saflıkla bunları tatlı nâşideler gibi dinliyor:

Guya İranda Rıza Han nâmında bir dâhi, munazzam bir ordu vǝ hayırlı bir inkılap vǝ bunların getirdiği feyyaz bir inkişaf var imiş.

Rıza Han nâmındaki zat, İngiliz bendesi olduktan vǝ muntazam ordusu bizim mezarımız kazımağa çalışdıktan sonra bütün İngiliz müstemlikelerinin istihâlelerine benzeyen İran inkılaplarını biz neden alkışlayalım? Mâzide olduğu gibi bizi dâima arkamızdan vurmağa çalışan, inkişaf yolumuzu kesen vǝ dört miliyon Türk`ü esaretinde inleten bir muhiti İslam nâmını taşıyor diye neden tebcil edelim? Bizi din maskesiyle iğfal eden ve dâima düşmanlarımıza yataklık eden bir milletin iç yüzünü neden tanımayalım?

Maalasef câhil dindarlığın asırlardan beri bize telkin etdiği kör tevekkül ve sahte kardeşlik nazarımızda dâima felaket ve tehlikeyi örtmüş ve çok düşmanları bize dost göstermiştir.

Bu yüzden milletimizi yabancılar aşkına eritdikten vǝ kör gibi bin defa felaket çukuruna düşdükten sonra yine akıllanmadık. Hala o eski tevekkül ve samimiyete aldanarak İran`ı uzaktan hoş bir davul sesi gibi işitiyoruz. Hala Acem afyonkeşleri gibi düşman propagandalarına aldanarak aleyhimizdeki faaliyetleri hayırlı inkılaplar zannediyoruz.

Düşmanlarımız bir asırdan beri İrandan bize çok ağır darbeler vuruyor. Aynı düşmanlar bizi milli ve iktisadi inkişafden mahrum etmek için orada hayatımıza su-i kastlar tertip ediyor, dost zannetdiğimiz bir millet elleriyle inkişaf yolumuzda derin uçurumlar kazıyor.

Harp-i umumi ve mâzi bize İranda da kâfi mıktarda acı dersler verdi. Bundan dolayı yanı başımızda cereyan eden ve hayatımıza taalluk eden her hâdiseyi tekmil çıplaklığıyla görüp anlamalıyız. Maalasef bu hususta af olunmaz bir lakaydlığımız ve büyük bir hissizliğimiz vardır. İtiraf etmeliyiz ki bütün dünyanın İran`ı bizden öyrenmesi îcap ederken biz İran`a dâir malumatı düşman gazetelerinden alıyoruz.

Milletleri ınkıraza sürükleyen felâketler, hiç bir vakit onları ilan eden günlerin malı değildir. Bilakis her felaketi doğuran tohumlar uzak mâzide ekilmiş ve onların filizleri dibinde uzun seneler çalışılmıştır. Her millet kendi zararına ekilen tohumları her nerde olursa olsun derhal bulup toplamağa mükellefdir. Buna muvaffak olmazsa mutlaka filizlerini kurutmak için her fekarlığı gözüne almağa mecburdur.

Düşmanlarımızın İrandaki faaliyetleri, toplanacak tohum ve kurutulacak filiz olmak devresini çoktan geçmiştir. Aleyhimizdeki faaliyetler orada çoktan beri geçilmez ormanlar ve sönmez burkanlar hâlini almıştır.

Biz yaşamağa azmetmiş bir Türkiye Cumhuriyeti kurduğumuzu âleme ilan etmekle vazifemizi görmüş olmayız. Belke bu ilan, üç asırlık felaketten sonra ancak vazifemizi idrak etdiğimize delalet eder. Asıl vazife, o Cumhuriyeti nihayetsiz bir faaliyetle içeriden ve dışarıdan besleyip yaşatmakla görülmüş olacaktır.

Bunun için dâhilde ıslahat ile uğraşırken hâriçte bize faydalı olacak kuvvetleri yaratmağa çalışmalı ve etrafımızı hakkiyle görüp anlamalıyız.

Komşularımızı maskeleriyle değil iç yüzleriyle tanımalıyız.

İran en çok ve en iyi tanımağa mecbur olduğumuz bir memlekettir. Bize şimdiye kadar vurulan darbelerin en ağırları oradan geldiği gibi, bizi saadete götürecek kudret ve inkişaf yolumuz da oradan geçer. Halbuki bizim en az ve en yanlış tanıdığımız bir memleket var ise, o da İran`dır.

İtiraf etmeliyiz ki biz Fransayı İrandan daha çok ve daha iyi tanırız. İran şimdiye kadar bizim için meçhul bir dünya gibi kalmıştır.

Çok mütefekkirlerimiz bilmedikleri Cava ile İran`ı aynı saf çizgiler ile hayalhânelerinde tersim ederler ve her ikisini birer saf Müsülman kitlesi zannederek aynı hisler ile severler. Müteveffi Osmalı ve Avusturya imparatorluklarınının münfesih bir irtisamından başka bir şey olmayan İran`ı hâla millet-i vâhide zanneden mütefekkirlerimiz pek çoktur.

İran harmanı içinde çürüyen milletlerin çok olduğunu anlamak zamanı çoktan gelmiştir. Bilmeyerek tebcil etdiğimiz bu bedbaht harman içinde bize faydalı olacak büyük kitleler vardır.

Fransa hayatını temin için Polonya gibi yabancı milletleri kurtardı. Halbuki biz yanı başımızda İranın ekseriyyetini teşkil eden kardeş milletini ve eski Türk devletini tanımak bile istemiyoruz.

Asırlardan beri İran, bizim için felaket ocağı olduğu halda hala yanımızda meçhul bir dünya gibi duruyor.

Artık İranın tozlu nıkabını kaldırıp iç yüzünü tekmil çıplaklığıyla görmeğe çalışmalıyız. Neşriyatımızda Fars hâkimiyyeti altında inleyen Azeri karkeşlere karşı hiç bir târizsiz ve hiç bir şikayetimiz yoktur. Belke bizim onları unuttuğumuzdan dolayı onların bize karşı çok şikayet ve çok târize hakları vardır.

Vatanımızda hâla İranlı namını taşıyan ve Türklük içinde yabancı yaşayan bir çok Türk kardeşimiz vardır. Bizim kadar hâlis Türk olan o mühterem kardeşlere biz hâla Acem diye hitap ediyoruz. Bu hitabımız kardeş kalbine kurşun atmak kadar feci bir cinayettir. Vatanlarında ve yuvalarında Türkçeden başka bir kelme konuşmak bilmeyen bu aziz kardeşleri biz Türk hirsiyle mesut etmeğe çalışacağımıza bunların yavrularını Acemleştiren bir müessiseyi –Debistani İraniyan Mektebi- hâla vatanımızda hâl-i faaliyette bırakıyoruz. Yavrularımızı katolik ve protestan papası yapmağa çalışan kâtil müessiler ile Türklüyün en mühim inkişaf âmillerini –Âzeri Türk yavrularını- Farslaştıran bu müessise arasında bir fark olmadığını hâla anlamıyoruz.

Asırlardan beri vatamımızda oturarak büyük servetleri kazanan bu çalışkan kardeşlere hâla kardeş diye hitap etmekten sakınıyoruz. Onları asırlardan beri zeherleyerek bizden ayıran ve onları asırlardan beri çürüterek mahrum bırakan gaddar kâbusun –Farslığın- hâkimiyyetini hâla onların başında görmeğe tahammül ediyoruz.

Zamanımızda dünyanın en câhil ve bedevi akvamı bile medeni milletlerin hâkimiyyetine tahammül edemeyerek hürriyet ve istiklal için pençeleşirken, biz hâla gözümüz önünde dört milyon Türk kardeşimizin en sefil bir esaret altında ezilmesine lakayd kalıyoruz.

Artık mukaddes vazifemize başlayarak İranda Farsi boyunduruğu altında inleyen bu dört milyon kardeşimizin halasına çalışmalıyız. Biz her gün neşriyatımızda Âzeri kardeşlerimize selam ve hürmet yollarken onlara hürriyet ve istiklal saadetinin yüksük zevklerini anlatmalıyız. Bu, bizim en mukaddes vazifemizdir.

Ben, aczimle beraber bu mukaddes vazifeye ilk başladığımdan dolayı bahtiyarım. Yüksek mefküreli genclerimizin beni tâkip edeceyinden eminim. On iki seneden beri İranın âmâkında gezerek yapdığım tetkikat bu aşkımın rüya olmadığına ve çok geçmeden yanımızda bir Türk devleti doğacağına ikna etmiştir. Onun için büyek bir huzur ile milletime İranın iç yüzünü ve İrana mukadder olan avakıbı anlatmağa çalışacağım.

Bu munasibetle şunu da ilan ederim ki hakikati söylerken gerek İran ve gerek orada aleyhimize çalışan devletleri tahkir ve muahizayı hatırımdan bile geçirmiyorum.

Vazifenin kudsiyeti İslamcılık hulyalarından ve hatırnevazlıq merailiklerinden çok yüksektir. Onun için yazılarımda İttihad-i İslam hülyaları ve riya lekeleri hitam bulmayacaktır.

Rûşeni

Sozumuz, a window opening to the life/culture of the turkish nation of iran/south azerbaijan:
http://sozumuz.blogspot.com/
http://sozumuz-turk-dovletler.blogspot.com/

No comments:

Post a Comment